TBB
Tarih: 7.03.2011 | Okunma Sayısı: 2926
Açış Konuşması

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN, YARGITAY’IN 143.KURULUŞ YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE 07 MART 2011 TARİHİNDE DÜZENLENEN ETKİNLİKTE YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

 

Yargıtay’ımızın Değerli Birinci Başkanı, Değerli Cumhuriyet Başsavcısı, Değerli Daire Başkanları, Değerli Üyeleri,

Türkiye Barolar Birliği’nin Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri, 

Değerli Baro Başkanları,  

Değerli Hakim, Savcı, Avukat Meslektaşlarım,

Değerli Konuklar,

Değerli Basın Mensupları,

Sizleri Türkiye Barolar Birliği adına, Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyor, kısa bir süre önce Yargıtay üyesi olarak seçilen hakim ve savcılarımızı bu başarılarından dolayı kutluyor, kendilerine iyi şanslar ve başarılar diliyorum.   

143 yıl biz insanlar için ulaşılabilecek bir yaş değil. Kurum ve kuruluşlar için çok az bir yaş olarak görülebilir belki, ama yine de oldukça uzun bir zaman. Cumhuriyetimizin yaşı göz önüne alındığında, 6 Mart 1868 tarihinde kurulan Yüce Yargıtay, Cumhuriyetimiz gibi hep genç ve dinamik kalmış, olgunlaşmış bir kurum. Hukuk yoluyla toplumu dönüştürme projesi olan Tanzimat’ın getirdiği kurumların başında gelen Yargıtay, Osmanlı İmparatorluğu’nun yüz akları arasında olmasının yanı sıra Cumhuriyetimizin de anıt kurumlarının başında gelir. Hem Cumhuriyetimizin, hem de Yargıtay’ımızın daha büyük onurlarla, daha büyük mutluluklarla sonsuza kadar yaşaması yurttaş olarak, avukat olarak, Türkiye Barolar Birliği olarak en büyük dileğimizdir ve öyle de olacaktır.

Değerli Başkanlar, Hakimler, Savcılar, Avukatlar,

Belleğim beni yanıltmıyor ise eğer, Yüce Yargıtay’ın kuruluş günü ilk kez bugün Yargıtay ile Türkiye Barolar Birliği tarafından ortaklaşa düzenlenen bir etkinlikle ve birlikte kutlanıyor. Bu hem ilk olması nedeniyle heyecan verici, hem de yargılama faaliyetinin kurucu üç unsurunu, yani hüküm, iddia ve savunma makamlarını böylesine anlamlı ve tarihi bir günde bir araya getirmesi nedeniyle önemli ve anlamlı.  

Bu önemli ve anlamlı buluşmayı sağladıkları, bizleri bir araya getirdikleri için Yargıtay’ımızın değerli ve saygıdeğer başkanı Sayın Hasan Gerçeker’e, Türkiye Barolar Birliği tüzel kişiliği ve Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma teşekkür ediyor, bu güzel başlangıcın önümüzdeki yıllarda da devamını ve giderek kurumsallaşmasını diliyorum.

Uluslararası sözleşmelerde de işaret edildiği üzere, hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda, yani hukukun üstün ve egemen olduğu bir toplumda avukatın görevi, yasanın çizdiği sınırlar içinde sadece vekalet görevini özenle yerine getirmekle sınırlı olmayıp, hem adaletin gerçekleşmesi, hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişiler yönünden vazgeçilmez değerdedir. Öyle olduğu için 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1.maddesi hükmü gereğince savunma makamı, iddia ve hüküm makamlarıyla birlikte yargının, yargılama faaliyetinin, adil yargılanma hakkının ve hak arama özgürlüğünün kurucu unsuru olarak kabul edilmiştir.

Savunma, sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/b-c maddesi ve Anayasamızın 36/1.maddesi gereğince adil yargılanma hakkı ile hak arama özgürlüğünün vazgeçilmez bir unsuru değil, aynı zamanda yargılama faaliyetini demokratikleştiren de bir unsurdur. O nedenle savunma hakkına saygı ve özen gösterilmeden yapılan her türlü yargılama demokratik olmadığı gibi adil de değildir.        

Değerli Hukukçular,

Geçen yüzyılın önde gelen sosyal filozoflarından olan Friedrich A. Hayek’in ifadesi ile: “insan amaçları olan, pozitif hedefleri olan bir canlı olduğu kadar, diğer canlılardan biraz daha farklı olarak kural da izleyen bir canlıdır. Dahası insan, kurallara neden uymak zorunda olduğunu bildiği ve hatta kuralları sözcüklerle ifade etme gücüne sahip olduğu için değil, fakat düşünüşünün ve davranışının içinde yaşadığı toplumda bir ayıklama ve sentez süreciyle geliştirilmiş bulunan ve dolayısıyla nesillerin deneyiminin ürünü olan kurallar tarafından yönetilmesinden dolayı diğer canlılara oranla hem daha şanslıdır ve hem de daha başarılıdır.
 
Bu şansı yaratan ve insanı başarılı kılan ise bir kurallar bütünü olan hukukun varlığıdır. Romalı hukukçu Julius Paulus’un özlü ifadesi ile “zorunlu davranış kuralları anlamında toplumla yaşıt olan hukuk, yönetimden doğmamıştır, fakat yönetime ait olan şey hukuktan doğmuştur.” Esasen hukuk devleti kavramını, yani devleti, yani yönetimi hukukla bağlı kılma anlayışını doğuran neden ve ihtiyaç da budur.

Savunmanın bağımsızlığı ve özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, yargıç tarafsızlığı, demokrasi, insan hakları, adil yargılanma hakkı ve benzeri diğer konulardaki duyarlılığımız, birey olarak bizim entelektüel niteliğimizden değil, avukat olarak, yargıç ve savcı olarak hukuka olan inancımızdan, aidiyet duygumuzdan, bütün bunların hukuk devletinin öngördüğü asgari standartlar olmasından,  hukuk kuruluşu olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Türkiye Devletinin de katıldığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ülkemiz adalet işlerinde tam bir uygulamaya ulaşamamış olmasının nedenleri üzerinde duran Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu:

  • Usul Kanununda gösterilen bazı tutuklama nedenlerinin anlaşma hükümlerine aykırı olduğu halde uygulanmasına devam edilmesi,
  • Bir kimsenin uzun süre şüphe altında kalmasını önlemek bakımından ceza davalarının ve tutuklamanın makul süreyi aşmaması sözü edilen anlaşma hükümleri ile açıkça taahhüt edildiği halde bu konuda şimdiye kadar hiçbir tedbirin alınmamış olması,

hususlarını kamuoyuna arz etmişti.
 
Bir kısmını okuduğum bu metin Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu’nun 04.07.1970 tarihli ve 48/1314 sayılı bildirisinden alınmıştır. Aradan geçen 41 yıl içinde bildiriye konu hususların değişmemiş olması ve bugün bizim “Koruma Tedbirleri” konulu bu sempozyumda anılan bildiriye konu hususları inceliyor ve bunları sorun olarak yaşıyor olmamız gerçekten üzüntü vericidir.      

Malumları olduğu üzere “Koruma Tedbirleri”, bu tedbirler kapsamında bulunan “arama, el koyma, tutuklama, iletişimin dinlenmesi” gibi pozitif hukukun öngördüğü araçlar, hukuk güvenliği, kişi güvenliği, özel hayatın gizliliği, adil yargılanma ilkesi gibi temel nitelikteki kişisel hak ve özgürlükler üzerinde son derece etkili olan araçlardır.

O nedenle koruma amaçlı olan bu araçların kullanılmasında; masumiyet karinesinin doğal bir unsuru ve uygulamadaki uzantısı olan “lekelenmeme hakkına” saygılı olunması, hazırlık/soruşturma aşamasında yürütülen eylem ve işlemlerde hukuk devletinin öngördüğü sınırlar içinde kalınıp kalınmadığını, aşırılığa kaçılıp kaçılmadığını esas alan “oranlılık ilkesine”, “insan onurunun dokunulmazlığı ilkesine”, yürütülen işlemlerin yasal ve ahlaki bir temele oturmasını, yani soruşturma makamlarının sanıklara/şüphelilere karşı insaflı, anlayışlı, savunmayı kolaylaştırıcı davranıp davranmadıklarını, iddia kanıtlarının yasal ve kabul edilebilir ahlaki ölçü ve sınırlar içinde toplanıp toplanmadığını öngören “dürüst işlem ilkesine” uyulması gerekir. Aksine uygulama devletin hukuk devleti olma niteliğini ciddi biçimde tartışılır duruma getirir. Bu konuda en büyük görev, hukuka en fazla saygı duyması gereken, hukuk devletini herkesten daha çok savunması gereken biz hukukçulara düşmektedir. Onun için hukukçular olarak ilkemiz. “önce hukuk, sadece hukuk” olmalıdır.      

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.


Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

 

 

Fotoğraflar


Fotoğraf 1

Fotoğraf 2

Fotoğraf 3

Fotoğraf 4

Fotoğraf 5

Fotoğraf 6

Fotoğraf 7

Fotoğraf 8

Fotoğraf 9

Fotoğraf 10

Fotoğraf 11

ETKİNLİK TAKVİMİ

27.12.2024
AV. ERÇİN MEVLÜT DÜZGÜN
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.